Ada Ekranı
Ada Ekranı

Şair Şükrü Erbaş ile şiirleri üzerine güzel bir söyleşi…

485

‘Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler
söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
lıplarından. Beni duy ve anla…’

                                                                                      Şükrü Erbaş

68 kuşağının güçlü ve üretken ismi şair Şükrü Erbaş her yönü ile tecrübe ettiği hayatı, görüşlerini ve izlenimlerini, hümanist ve toplumcu yanı ile harmanlayarak şiir aracılığı ile bize sunan, edebiyat dünyasının ana karekterlerinden birisi olmuştur. Kendisinin şiirlerini okuyup, bu şiirlerde şahsına dair bir şeyler bulamayan kişiler yok denecek kadar azdır herhalde…

Toplumsal konulara karşı duruşu ile de okuyucuları tarafından tam not alan Erbaş, aynı zamanda bu duruşundan ötürü bir çok defa eleştirilerin odağı da olmuştur. İnsanların okumamasından kaynaklı oluşan handikaplara ve toplumsal bilinci canlandırmaya yönelik yazmış olduğu şiirleri, yorumları anlaşılmadan acemice hedef tahtasına dönüştürülmüştür.

Kendisinin sanatsal anlamda ki yolculuğuna değinmek gerekirse; Özellikle 1970 yılından sonra sanat hayatında aktif rol almaya başlayan Şükrü Erbaş, günümüzde de bu misyonunu hız kesmeden devam ettirmekte.

 ”Çok kolay bir empatiyi bile yapmaktan yoksun bir eblehliğin kuracağı dünya, hepimizin boğulduğu bir cehennem olur ancak…” Ş. Erbaş

Çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Erbaş’ın daha sonra öğrencilik yılları, memurluk dönemi ve edebiyat dünyasına girişi derken tüm bu aşamalar aslında şairin tecrübeli ve renkli bir kişiliğe bürünmesini sağlamıştır. Keza bu renkliliği ve çeşitliliği şiirlerine de yansıtmıştır. Şiirinin toplumcu bir meseleyle doğduğunu söyleyen şair şiirlerinde; Bireysel ve toplumsal sorunları, acıları, yanlışları, haksızlıkları, ezilenleri, gözden uzak kalanları, yalnızlığı, ölümü, yabancılaşmayı, aşkı, yoksulluğu, sığlığın yıkıcılığını özgün tarzıyla yansıtmaktadır.

İlk şiirini Varlık Dergisi’nde 1978 yılında yayımlamış olan şair “Yolculuk” adlı şiir kitabıyla, 1987 Ceyhun Atuf Kansu şiir ödülünü aldı. Ayrıca, “Dicle Üstü Ay Bulanık” şiir kitabıyla 1996 Orhon Murat Arıburnu şiir ödülünü, “Üç Nokta Beş Harf” şiir kitabıyla 2002 Ahmet Arif şiir ödülünü ve “Gölge Masalı” adlı şiir kitabı ile de 2005 Ömer Asım Aksoy şiir ödülünü kazandı. Son olarak 2012 17. Altın Portakal Şiir Ödülü’ne layık görülmüştür.

Erken dönemlerde okumaya başladığının ve bu kitapların ışığında temellerinin oluştuğunun her fırsatta altını çizen şair, özellikle gençlere okumaları gerektiği yönünde telkinlerde bulunmaktadır.

Okurlarımıza edebi ve politik yanları ile Şükrü Erbaş’tan bahsedebilir misiniz?

Yazdıklarım ve hayata karşı aldığım tavırlar neyse, ben onlardan oluşan bir insanım. Dünyaya ve kendime karşı sorumluluklarım olduğuna inandırdım kendimi. Yaşadığımı hak etmek için yazmak gibi bir çıkış yolu buldum. Hepsi bu. Bunların dışında cümle kurmam narsistik bir saçmalık olur.

Çok erken yıllardan beri şiir yazıyorsunuz. İlk şiirlerinizde dahil olmak üzere bütün şiirlerinizi koruyabildiniz mi? Şiirlerinizin tarzı bu süreçte değişime uğradı mı?

İki üç kitap dolusu şiiri ellerimle yok ettim. ‘Bunlar olabilir’ dediklerimi kitaplarıma aldım. İnsan değişirse şiir de değişir. Ama iskeletini koruyarak değişir. Üslububeyan aynıyla insan, derler ya, şiiri beyan da aynıyla insandır.

Şiire yönelmenizi tetikleyen etkenler oldu mu? Bu yönde kendinizi keşfetmenizi sağlayan kırılma noktası neydi?

Aslında sorunuz çok uzun ve detaylı bir cevap gerektiriyor. Ama özet olarak şunu söyleyebilirim; İçine doğduğum kültürel ana rahmi ilk öğretmenimdir. Sonra kitaplar. Sonra hayat dediğimiz akıl almaz bir yaşama mucizesi. Elimden başka bir şey gelmedi. Sadece yazdım. O da ne kadar neye benzediyse. Uzar gider bu.

Hayatınızın neredeyse tamamı ‘insani kavramları’ ulaşabildiğiniz kitlelere edebi bir dille anlatmak ile geçti. Bu misyonunuzu günümüzde de itina ile devam ettiriyorsunuz. Günümüz Türkiye’sinde sizin bu çabalarınızın karşılık bulduğunu düşünüyor musunuz?

İnanmasam, bir saatliğine de olsa evden çıkmam. Evet, karşılığını buluyor. Ya da bana binlerce insan koro halinde yalan söylüyor. İnsanın dönüşümü öyle üç-beş yılda olacak bir sığlık değildir. İnsan ancak üç kuşakta tamamlar bir dönüşümü. Toplumlar da en az bu kadar zamanda sindirir yeni bir dünyayı. Ben yalnızca yazmakla ve paylaşmakla yükümlüyüm. Sonrasından emin olarak yazılmaz, yazamam. Benden sonra birileri görecektir, buna yürekten inanırım.

Şiirlerinize politik tarafından bakarsak, sizce diğer sanat dallarında da olduğu gibi şairlerimizin toplumun yaralarına dokunma gibi bir misyonu olmalı mıdır?

Aslında şairin birinci misyonu kendi varlığının anlamını oluşturmaktır. Bunu oluşturduktan sonra varlığının ancak toplumla birlikte var olacağını görecektir. Dışardan bir misyon gibi değil de kendi doğal akışı içinde, derdinin, toplumun derdi olduğunu gördükten sonra onu da içine alan bir bakışla yazmaya başlayacaktır. Bu, yaşamanın kendiliğinden sonucudur.

Günümüz Türkiye’sinde zor dönemlerden geçiyoruz. Siz bu bağlamda neler söylemek istersiniz? Pozitif olabilir miyiz?

Pozitif olmazsak topluca intihar etmek kalıyor geriye. Azıcık tarihe bakmak, birazcık sanat yapıtlarıyla ilgilenmek, sanat bilgisine sahip olmak bize olağanüstü bir gelecek güvencesi, yaşama gücü verecektir. Ne korku, ne şiddet, ne kötülük, ne yalan, ne de para sonsuza kadar dünyayı yönetemez. Bu, insanın doğasına aykırı. O nedenle tabii ki şiirlerin, şarkıların, resimlerin bize sunduğu dünya, insanların kalbinden yeryüzüne inecektir.

François Fénelon; ‘Tüm savaşlar iç savaştır, çünkü tüm insanlar kardeştir.’ der. Savaş karşıtı birisi olarak neler söylemek istersiniz? Bir şairin gözünden savaşı yorumlayabilir misiniz?

Leonardo da Vinci’den ödünç alarak: “Savaş en hayvani budalalıktır…” Ulusların varoluş savaşları dışında kalan tüm savaşlar barbarlıktır. Brecht’ten şu sözü de paylaşırsam başka bir söze gerek kalmayacaktır: “Her savaştan geriye üç ordu kalır: Ölüler ordusu, yas tutanlar ordusu, hırsızlar ordusu.”

Bir tepki şiiri’ olarak nitelendirdiğiniz ‘Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?’ şiiriniz bir çok kesim tarafından yanlış algılandı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel dahil, bir çok kişinin eleştirisine maruz kaldınız. Ana teması kokuşmuş düzeni eleştirmek olan ironiler ile bezeli bu şiir aslında gerçeklerin çıplak bir şekilde yüzümüze çarpılması idi. Bu tür tepkilerin ana kaynağı sizce ne olabilir? İdeolojik anlamda size ters düşen insanların bilinçli bir tepki gösterme hali diyebilir miyiz?

Herkes kendi akıl ve ruh fotoğrafını gördüğü için bu kadar hopluyor. Benimle aynı şeyleri düşünmesi gerekmiyor insanların, şiirin dile getirdiği kötü yaşama koşullarının, insan tutumlarının, bencilliğin, kapıkulu olarak yaşamanın karşısına çıkmak için. İnsan onuruna yakışır bir hayat talep etmek için ille de benimle aynı dünya görüşünde olması gerekmiyor. Çok kolay bir empatiyi bile yapmaktan yoksun bir eblehliğin kuracağı dünya, hepimizin boğulduğu bir cehennem olur ancak.

…Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var
göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn-
cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
bıçak ağzı… ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
hanım?

Düzyazı şeklinde yazdığınız ve her dizesinde okurun kendisinden bir parça bulduğu, bir şiirin yaşatması gereken duyguları fazlasıyla insanın içine dolduran şiir ‘Ömür Hanımla Güz Konuşmaları’ isimli şiiriniz ile ilgili birşeyler söylemek ister misiniz?

Ömür Hanım’la Güz Konuşmaları’nda, şiir çok geniş bir yelpazede insan hallerine söz düşürür. Yalnızlık vardır, ölüm vardır, yabancılaşma vardır, sevmek arzusu vardır, yoksulluğun acısı vardır, sığlığın yıkıcılığı vardır. Başka ne diyebilirim ki…

Son olarak, sizi takip eden, şiirlerinizi hayranlıkla okuyan genç bir kitle var. Onlara özellikle iletmek istediğiniz bir mesaj olsaydı bu ne olurdu?

Ortalama bir kitabevine girip şiir, edebiyat, tarih, felsefe, psikoloji vb raflara baksınlar. Bizden ve dünyadan yüzlerce büyük isimle karşılaşacaklardır. Daha önce hiçbir şey okumamış olsalar da gam değil, rastgele birisini çekip büyük yolculuğa başlayabilirler.

Uzun uzun susuyoruz sözün kıyılarında

Hangi kapıyı aralasak bir uzaklık esiyor

Hiçbir düşünceyi sonuna dek götüremiyoruz.

– Böyle belirlenmiş sınırlar içinde

Bir iç denetimle, bir dış denetimle

Konuşmak da eski tadını yitirdi –

Düşler kuruyoruz yeniden gelecek üzerine

Kaldırıp kirpiklerimizi ayak uçlarımızdan

Dağlara bakıyoruz, ufuklara, bulutlara

– Ah, o insan yüreğinin değişmeyen tutkusu –

Ş. Erbaş

 

Röp – Canan Çınar

Doğrudan cihazınızda gerçek zamanlı güncellemeleri alın, şimdi abone olun.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu web sitesi deneyiminizi geliştirmek için çerezleri kullanır. Bununla iyi olduğunuzu varsayacağız, ancak isterseniz vazgeçebilirsiniz. Kabul etmek Mesajları Oku